2017’den beri Hollanda’da yaşıyoruz. Sürekli olarak yurtdışına yerleşme ile ilgili hem yakın çevremizden, hem de bizi sosyal medyada takip edenlerden sorular alıyoruz. Hollanda’da yaşamakla ilgili en çok karşılaştığımız sorular, neden gittiniz, ne gibi problemlerle karşılaştınız, tavsiye eder misiniz oluyor genelde. Kendi hikayemizi, iş bulma yöntemimizi elimizden geldiğince anlatmaya çalıştık, çalışıyoruz da. Fakat bizim hikayemiz, adı üstünde bizim.
Herkesin sorularına cevap bulabilmesi için, farklı kişilerin gözünden konuyu incelemek istedik. Aldığımız sorular ve kendi tecrübelerimizden yola çıkarak, yakın zamanda yurtdışına yerleşmiş farklı kişilerden bu sorulara cevaplar vermelerini istedik. Yurtdışına yerleşme yöntemleri, karşılaştıkları olumlu olumsuz durumlar, geçmişi de değerlendirip geleceğe dair planlarını, kendi ağızlarından dinlemek istiyoruz. Amacımız, benzerlik ve bağ kurabileceğiniz ortak noktalara sahip insanların hikayesini aktarıp, karar aşamasında kafanızda oluşan sorulara cevap bulabilmenize yardımcı olmak.
İlk röportajımızın konuğu Hollanda’dan Özge. Buyrun Hollanda hikayesinin çıkış noktasını, hep birlikte kendisinden dinleyelim. İsteği üzerine sadece ismini veriyoruz. Yanlış anlaşılma olmasın. Hayali bir kişilik değil:)
UH: Selam Özge, Hollanda kısmına gelmeden önce, bize biraz kendinden bahseder misin?
Özge: Merhaba, ben Özge. Türkiye’de yaklaşık 40 yıl yaşadıktan sonra, 2.5 yıl kadar önce Hollanda’ya yerleştik. Türkiye’nin en büyük şirketlerinden birinde yaklaşık 20 yıllık bir kariyeri geride bıraktım. Eşimin aldığı iş teklifi yoluyla iki çocuğumuzu da alarak Hollanda’ya yerleştik. Buraya geldikten sonra çocukların eğitimi, oryantasyon süreçleri, dil eğitimi gibi konularla ilgileniyorum. Dolayısıyla, taşınma kararını aldığımızdan beri çalışmıyorum.
UH: Süreçlerin bizden epey farklı olacağını şimdiden hissediyoruz. Yurtdışı sürecine başlarken, daha önce gezip gördüğünüz ülkeler etkili oldu mu?
Özge: Uzun yıllardır çocuklarla, öncesinde eşimle de yurtdışı gezileri yapıyorduk. İlk defa 12 yaşında yurtdışına çıkmıştım. Gezdiğimiz ülkeler içerisinde Hollanda’da insanların açık fikir olduğunu, ayrımcılığın az olduğunu gördük. Tabii turist olarak gezmekle yaşamak arasında farklılıklar var. Yine de insanlarla iletişim kurduğunuzda farkı hemen anlayabiliyorsunuz. Her şeyden önemlisi ise herkes İngilizce anlıyor. Bununla da kalmayıp İngilizce iletişim kurmaya devam ediyorlar.
UH: Peki, anadili İngilizce olan ülkeler de varken neden Hollanda? Bu yurtdışı fikri nasıl ortaya çıktı? Biraz da ondan bahsetmek ister misin?
Özge: Aslında bu fikir ilk defa 2014, 2015 gibi ortaya çıkmaya başladı. Ömür boyu yaşamaktan ziyade, bir yurtdışı tecrübesine sahip olma amacıyla bu yola çıktık diyebiliriz. Hem kendimiz, hem de çocuğumuz için böyle bir tecrübenin faydalı olacağına inanıyorduk. Çocuğumuz diyorum çünkü, o zaman henüz ikinci çocuğumuz dünyaya gelmemişti. Tam bu dönemde araştırmaya başladık. Kendimize bir sınır koymak istemedik. Göçmen başvurusu kabul eden tüm ülkeleri değerlendirdik. Avrupa’daki ülkelerle birlikte Amerika, Kanada ve Avustralya’yı düşündük.
Özge: Amerika için en kolay yöntem olan Green Card için başvuru yaptık, olmadı. Ama olmadığına da çok üzülmedik açıkçası. Amerika yaşam açısından çok kolay bir ülke değil maalesef. Kanada’ya gelince ülke şartları cazip olsa da soğuk bir iklimi var. Avustralya iklimi, doğası ve kısaca hemen her anlamda güzel. Ama tüm bu bölgelerin en büyük dezavantajı, Türkiye’ye uzak olmaları. Özellikle 3-4 kişilik bir ailenin o kadar uzak mesafede yolculuk yapması çok zor. Dilediğin zaman aileni görmeye gidebilmek, Türkiye’ye dönebilmek büyük bir lüks. Bu yüzden, Avrupa daha mantıklı bir seçenek gibi görünmeye başladı.
UH: Mesafe oldukça önemli. Peki, Avrupa kararını aldıktan sonra neden Hollanda’da karar kıldınız? İş teklifi buradan olduğu için mi yoksa farklı bir sebebi de var mı?
Özge: Almanca ve Fransızca biliyorum. Buna rağmen bu ülkelere başvuru yapmadım. Çünkü, kültürel anlamda bizim için çok farklı ülkeler. İspanya ve İtalya kültürel anlamda bize yakın olsa da ekonomik anlamda yaşadıkları problemler yüzünden buralara da başvuru yapmak istemedik. Aslında hem açık fikirli oldukları için hem de yeni bir dil öğrenmek zorunda kalmamak için Hollanda ve İngiltere odaklı başvuru yapmaya başladık. Kısa süre sonra da eşim Hollanda’dan iş teklifi alınca, kararımız netleşmiş oldu.
UH: Başvuru, görüşmeler derken; son aşamaya gelene kadar insan kararın büyüklüğünü farketmeyebiliyor. Peki nihai kararı vermek sizin için zor oldu mu?
Özge: Aslında 4 kişilik bir aile için Türkiye’den bakınca, bu kararı vermek çok zor gibi geliyor. İnsanların o şekilde yaklaşmasını anlayabiliyorum. Ama, şimdi geriye dönüp bakınca çok da zor bir karar olmadığını daha iyi anlıyorum. Sadece kültürel adaptasyon ve dil öğrenmeye kalıyor iş. Hatta, burada birçok konunun Türkiye’ye kıyasla daha kolay olduğunu bile söyleyebilirim. Bürokratik, gündelik hayatta süreçler çok daha iyi belirlenmiş durumda.

UH: Çok güzel bir noktaya değindin. Biraz kıyas yapalım istersen. Neler sizi zorladı, neler daha kolay, geldiğinizde yaşadığınız zorluklar nelerdi, biraz anlatır mısın?
Özge: Alıştıktan sonra kolay olsa da her şeye randevu alıyor olmak fazlasıyla zorladı diyebilirim. Bilmeyenler için anlatayım hatta. En ufak bir işiniz için dahi randevu almanız gerekiyor. Üstelik birçok insan part time çalıştığı için boş zaman yakalayıp randevu almak daha da zorlaşıyor. Yeni geldiğimizde yapacak onlarca iş varken, aynı haftaya randevu alamıyor olmak çok can sıkıcıydı.
Özge: Örneğin, elektrik gaz bağlatmak için banka hesabı açman gerekiyor. Bankaya gidiyorsun 5 gün sonra hesabın aktifleşiyor. Bir SMS ile banka hesabı açabildiğin bir ülkeden gelen birisi için bu süreçlere alışmak kolay değil. Türkiye’de IT sektörünün buraya göre çok daha ilerde olduğunu düşünürsek, adil bir kıyaslama olmaz belki de.
Özge: Kısacası burada süreçler oldukça net ve biraz zaman alıyor. Bir de iş yapış şeklimiz sebebiyle bizde pratik çözüm üretme kabiliyeti gelişkin. Buna ihtiyaç duymadıkları için, o yönden Kuzey Avrupa/Hollanda insanı biraz yavaş diyebiliriz. Bu yüzden çok hızlı çözülebilecek bazı konular gereksiz uzayabiliyor. Türkiye’de şimdi citta slow şehirler seçiliyor. Buradaki iş yapış şekline alıştıktan sonra, sanki o tip bir yerde yaşadığımızı hissediyoruz diyebilirim.
UH: Randevular seni de zorlamış anlaşılan. Türkiye’de randevuya vaktinde gidene madalya verecekler neredeyse. Buradaki deneyimlerin nasıl randevu konusunda?
Özge: Dediğim gibi randevu konusu çok önemli. Bilmiyorum sağlık sisteminden ayrıca bahsetmemize gerek var mı? Ama, aile hekiminizle olan randevuya gidemeyeceğiniz durumda zamanında iptal etmezseniz ya da gitmezseniz cezası var. Bu kadar basit bir olayı bile kurala bağladıkları için geç kaldı, erken geldi gibi bir problem yaşanmıyor. Mesela, eve bir tamirci geleceği zaman 12 diyorsa birkaç dakika önce kapıya gelip bekliyor ve tam 12’de zil çalıyor.
UH: İlk yaşadığımızda bir de çok şaşırmıştık. 3 dakika kala gelip kapıda bekleyen tamirci gördü bu gözler. Bireysel ilişki konusunda nasıl farklılıklar var sence?
Özge: Bir defa birebir iletişim çok farklı. Konuşurken gözünün içine bakmak, elini sıkma şekilleriyle bile seni ciddiye alıyorum hissiyatını veriyorlar. Zaten zorunlu eğitim 4 yaşında başlıyor. Daha bu dönemde öğretmeniyle iletişiminde çocuklara nasıl el sıkması, göz teması kurması gerektiğini öğretiyorlar. Bu konuya büyük önem veriyorlar.
UH: Çok güzel bir noktaya değindin yine. Bize ihtiyaç duymadan röportajı kendi kendine yapacaksın neredeyse. Eğitim sisteminden biraz bahseder misin?
Özge: Bizde çocuğun motor gelişimi ve akademik yönden başarısına önem veriliyor. Buradaysa bunlarla beraber, çocuğun her işi kendinin yapabilmesi için bir eğitim söz konusu. Yemek yeme, kıyafet giymek, yatak toplamak gibi işleri daha 4 yaşından itibaren çocuğun kendi kendine yapabilmesini istiyorlar. Küçük yaştan itibaren her birey kendi kendine yetebilsin isteniyor.
UH: Bu yönünü yetişkinlerde hemen farkediyorsan zaten. Peki, ebeveynlerin yetiştirme tarzı ile Türk ebeveynlerini kıyaslayınca arada ne gibi farklılıklar var?
Özge: Bizim Türkiye’de gördüğümüzden çok farklı bir tarzları var. Hava sıcak soğuk farketmeden çıplak ayakla sokakta koşturan çocuklar görebilirsiniz. Yerlerde sürünen, küçücük yaşlardan itibaren tek başına bisiklete binen çocukları görünce ilk başta şok olmuştum. Okullarda da aslında bundan farklı değil. Uzun süreli teneffüslerde hava sıcak, soğuk, yağmurlu dinlemeksizin çocukların bahçede oynaması isteniyor. Tabii çok şiddetli bir yağmurda da çocukları dışarıya atmıyorlar. Ama genel olarak çocukların temiz hava almasını, dışarıda oynamasını istiyor okullar.
UH: Hazır konusu açılmışken, biraz da eğitim sistemini karşılaştıralım istersen. Çocuklara daha çok sorumluluk verildiğinden bahsettin. Bunun dışında başka farklılıklar var mı Türkiye ile arada?
Özge: Türkiye’de özel, devlet, IB okulları derken çok fazla seçenek var tabi. Ama, genel anlamda herkes MEB’in müfredatını uygulamaya çalışıyor. Burada ise sadece uluslararası okullar ve devlet olarak iki seçenek var. Bu okullar da kendi içinde kullandığı sisteme göre farklılık gösteriyor. Örneğin Montessori, Dalton gibi sistemlerin uygulandığı okullar var. Bunlar zaten ülkeden bağımsız benzer eğitimleri veriyor.
Özge: Bunların dışında bir de normal okullar var. Genelde sabah 08.30’da başlayıp öğle saatlerinde eğitim sona eriyor. Türkiye’deki gibi çalışıyorum, çocuğum da tüm gün okulda olsun, iş çıkışı alırım diyebileceğiniz bir okul yok. Daha da önemlisi servis, yemekhane gibi olaylar yok. O yüzden yemeği, ulaşımı kendin sağlıyorsun. Ama belli yaşa gelince bisikletle kendileri gitmeye başlıyorlar. Okul zaten evine çok yakın oluyor ve en önemlisi devlet okullarının arasında çok büyük fark yok. Fırsat eşitliği sağlamaya çalışıyorlar.
Özge: Bir de Türkiye’de okul öncesi bir forma, kırtasiye alışverişi olur. Burada kalem, kalem kutusu dahi almıyorsun. Her şeyi okul sağlıyor. Serbest kıyafet var. Sadece yemek ve su matarası veriyorsun çocuğun yanına. Defter kitap da okulda kaldığı için çantası olmasa bile olacak nerdeyse.





UH: Buradaki ebeveynler biraz daha rahat olabilir o zaman. Ek faaliyetler açısından bir farklılık var mı?
Özge: Türkiye’de özel okullar bizde yüzme, tenis gibi etkinlikler var diye reklam yapıyor. Burada devlet okulları bünyesinde öyle bir etkinlik yok. Sadece tüm çocukların yüzme diploması alması zorunlu. Aslında bu konunun hikayesi Türkiye’den çok farklı değil. Geçmiş zamanlarda kanallarda, göletlerde çok fazla boğulma hikayesi yaşanmış. Devlet de buna karşı nasıl bir önlem alabiliriz diye düşünüp bu uygulamaya geçmiş. Çocuk eğer yüzme diplomasını alamazsa, gölet, kanal gibi yerlere yakın yapılan okul gezilerine katılması bile yasak.
UH: Peki bu diploma tek tip mi yoksa türleri var mı?
Özge: Yüzme diplomasının da türleri var bu arada. Temel amaç su altında rahat hareket edebilme, boğulma tehlikesini bertaraf edebilme yeteneklerini kazandırmak. A diploması var mesela, sınavı tişört, şort ile yapılıyor. B diploması uzun kollu, C diploması palto gibi ağır bir kıyafetle. Gerçek hayatta yaşanabilecek olayları test ediyorlar böylece.
UH: Yüzme dışında bir sanat veya spor dalıyla ilgilenmek isterse çocuk, nasıl işliyor süreç?
Özge: Okul öğlen 14.00 gibi bittiği için, çocuğun istediği spor, sanat dalıyla uğraşabileceği fazlasıyla zamanı oluyor. Üstelik öyle kendi arasında zaman geçirme amaçlı ilgilenmek şeklinde değil, doğrudan kulübe üye oluyorlar. Böylece disiplinli bir şekilde çalışmaları, antremanları oluyor. Mesela, futbolla ilgileniyorsa doğrudan seviyesine göre liglerde oynayabiliyor. Bütün dallar için geçerli bu durum. Tabii bunlara devam edebilmek için, iyi zaman yönetimi çok önemli. Bu da çocukların ekstra bir disiplin kazanmasını sağlıyor.
UH: Bu dalların okuldan bağımsız olduğunu söyledin. Peki ücretli mi bunlar?
Özge: Burada çocuklar 3-4 spor dalıyla birden uğraşıyorlar. Türkiye’de tek spor dalına yazdırdığımızda daha çok para veriyorduk. O yüzden öyle çok büyük bütçelerden bahsettiğimizi söyleyemeyiz.
UH: Eğitim sistemi konusunda son olarak eklemek istediğin bir şey var mı? Yoksa farklı bir konuya mı geçelim?
Özge: Son olarak, bakış açısının farklılığından da bahsedeyim. Genel kültüre çok önem veriyorlar. Sanat, spor, tarih, coğrafya gibi konularda detaylara girmeden ufak bilgiler vererek, çocukların her konuda ufak bilgilere sahip olmasını sağlıyorlar. Çocuğa sadece ilgilenebilecek sınırsız sayıda opsiyon arasından seçim yapmak kalıyor. Bunu örnekle anlatmak gerekirse, bizde okulda müzik eğitimi denince akla genelde flüt geliyor. Burada farklı projeler yaparak müzik aletlerini tanımaları için çocuklara şans yaratıyorlar.





UH: Son demişken aklımıza geldi. Dil eğitimi nasıl okullarda? Herkesin İngilizce biliyor olması okuldan mı kaynaklanıyor?
Özge: Aslında 12 yaşına kadar çok ağır bir dil eğitimi olduğunu söyleyemem. Ülke olarak dublaj kullanmıyor olmaları sayesinde dile bu kadar hakim olduklarını söylüyorlar. Çocuk filmleri dahi dublajsız, altyazılı olarak yayınlanıyor. Küçük yaştan itibaren duya duya çok daha hızlı gelişiyor dil yetenekleri. Aslında, Felemenkçe İngilizce ile aynı dil ailesinden geliyor. Bu kadar kolay öğrenmelerine şaşırmıyorum o yüzden. Okul anlamında da ortaokul seviyesinden itibaren konuya biraz daha ağırlık verip, iyice parlatıyorlar. Bu noktada tek dille de yetinmiyorlar. Mutlaka Almanca, Fransızca gibi 3. bir dili de yanına ekliyorlar. Eğer Fen Liselerinin buradaki karşılığı olan liselere giderlerse Latince ve Yunanca da bu dillere ekleniyor.
UH: Eğitim konusundan çıkalım dedikçe daha derine gidiyoruz. Madem Fen Lisesi dedin, çocuklar arası seviye farklarına göre özel bir eğitim şekli var mı?
Özge: Tabii farklı seviye okullar var. Ama aynı sınıfta okuyan çocuklar arasındaki seviye farklarına göre bile çeşitli çözümleri var. Örneğin, bir konuda bir öğrenci diğerlerinden daha iyi durumdaysa onu ek kaynaklar, kitaplarla destekleyip gelişimini artırmaya çalışıyorlar. Böylece, çocuk kendisine basit gelen konularda takılıp bir noktadan sonra sıkılmaya başlamıyor. Bunun diğer artısı da her çocuk kendi seviyesinde ilerlediği için başarısızlık hissiyatı gibi bir konu hiçbir zaman olmuyor. Kısaca eğitim hayatı bir stres kaynağı olmak yerine, her daim çocukları ileri taşımak üzere tasarlanmış.
UH: Bu kadar eğitimden bahsettik. Ama, asıl önemli noktayı atladığımızı farkettik şimdi. Çocuklar buraya geldiğinde kolay adapte olabildi mi?
Özge: Biz taşınma mevzusunu araştırırken bu konuyu da araştırdık. Facebook’ta ve başka mecralarda gruplar var. Amsterdam Anneleri, Göçmen Anneler gibi gruplardan çok fazla faydalandık. Buralarda, Hollanda’ya sadece 3-4 yıl için gelen ailelerin, çocuğunu International School denilen İngilizce eğitim veren okullara göndermesi öneriliyor. Çünkü, 3-4 sene sonunda geçerliliği olmayan bir dil haline gelecek Felemenkçe. Bizim tecrübemiz de benzer yönde. Ama uzun süreli kalma planı olanlar doğrudan devlet okulunu tercih etmeli diye düşünüyorum. Çünkü, çocuğun mutlaka bir noktada yerel dili öğrenmesi gerekiyor. Yaş büyüdükçe de bu daha zor olacağı için, ne kadar erken o kadar iyi.
Özge: Biz de uzun süre kalma ihtimalimiz olduğu için, bu şekilde yaklaştık konuya. Önce anadili Felemenkçe olmayan çocuklara dil öğretmek üzere tasarlanmış özel bir okula gidiyor çocuklar. Aynı zamanda seviyesine göre normal derslerini de Felemenkçe görmeye devam ediyor bu okullarda. Böylece hem derslerde ilerleyip, hem de dili öğreniyorlar. Çocukların kapasitesine bağlı olarak 6 aydan 2 yıla kadar sürebiliyormuş bu adaptasyon süreci. Okul çocuğun dili öğrendiğine karar verirse, seviyesine göre ilgili devlet okuluna geçiş yapılıyor. Bu noktada yapılacak tek iş eve yakınlık, eğitim sistemi gibi durumları değerlendirip uygun okula kayıt yaptırmak. Tabii, kayıt süreci şehrin büyüklüğüne göre zorluk gösterebiliyor. Amsterdam gibi kalabalık yerlerde uygun okul bulmak oldukça zor olabiliyor. Bu arada az önce bu dil okulları özel dedim ama ücretli değil bu okullar.
UH: Peki özel bir ismi var mı bu okulların? Araştırmak isteyenler olursa kolaylık olsun.
Özge: NT2 var mesela Amsterdam’da. Ama her bölgede okulların ismi farklı. O yüzden bölgeye bağlı olarak araştırmakta fayda var. Hatta bazı normal okulların kendi bünyesinde, bu tip sınıflar (Schakel Klas) açıldığını da duydum. Bu arada bu okullarda ebeveynlere de ücretsiz dil eğitimi veriliyor. Velinin çocuğun gelişimine yardımcı olabilmesini ve sürecin yumuşak geçmesini istiyorlar.





UH: Sizin çocuklar faydasını gördü mü bu dil okulunun? Kolay mıydı bu geçiş süreci sizin için?
Özge: Çocuklar açısından en büyük zorluk, önce İngilizce’ye alışmak zorunda olmalarıydı galiba. Ama bizim çocuklar bu konu için çabalayıp problemi hızlıca aştılar. Bir önerim olabilir bu konuda. Hollanda insanı sosyal anlamda girişken, açık olan insanlara aynı şekilde yaklaşıyor. Eğer insanlar içine kapanık bir tavır sergilerse, onlar da benzer şekilde davranıyor. O yüzden hep iletişim kurmaya çalışmak dili geliştirmenin en kolay yolu. Bunun yanında bir de sürekli olarak kitap okumak önemli. Özel ders aldıralım mı diye öğretmenlerine sorduğumuzda, çocukların oyun oynaması daha önemli. Kitap okumaları yeterli dediler. Bu sayede kelime bilgisi çok hızlı gelişiyor çocukların.
UH: Peki küçük oğlunuz için süreç nasıl oldu? Okuma yazma bilmiyordu sanırız buraya geldiğinizde?
Özge: Onun için süreç biraz daha zor oldu. Yaşı küçük olduğu için Türkçe’yi bile henüz yeni öğreniyordu diyebilirim. Aynı anda hem Türkçe hem Felemenkçe öğrenmesi gerekti. Burada çocuk için en önemli konu, anadilini akıcı bir şekilde konuşabilmesi. Araştırmalarda anadilinde problem olan çocukların diğer dilleri de öğrenme, okuduğunu anlama konusunda problem yaşadığı ortaya çıkmış. O yüzden öğretmenler evde mutlaka Türkçe konuşmamız gerektiğini söylediler.
UH: Dil haricinde çocukların adaptasyonu konusu nasıl oldu? Sonuçta onlar için bize göre çok daha büyük bir değişim.
Özge: Büyük oğlumuz ilk konuştuğumuzda çok üzüldü. Ama, buraya gelip etrafı gördükten sonra halinden memnun. Yine de bu kişiden kişiye çok değişebilecek bir konu. Kültürel anlamda açık olmaya geliyor olay yine. Büyük oğlum geldiğinde İngilizce de iletişim kurabildiği için adaptasyon süreci daha hızlı oldu diyebilirim. Bir de yılda 2-3 defa Türkiye’ye dönüp eski çevremizi, ailemizi görebiliyoruz. Çocuklar bunu yapabildiğimizi görünce de iyice rahatladılar. Bu konuda bir de öneri vereyim. Hollanda veya başka bir ülkeye taşınmaya karar vermeden önce kendinizi, çocuklarınızı iyi değerlendirmekte fayda var. Etrafımızda en çok zorluk çeken insanlar yeniliklere, farklı kültürlere kapalı bir yaklaşım sergileyen insanlar.
UH: Bu konuyu kapatmadan önce son bir sorumuz kaldı. Okul dışında bu adaptasyon süreçleri ile ilgili yardım alınabilecek bir kurum var mı?
Özge: İnternetten kolayca bulunabilecek özel kurslar var zaten. Ama, ben farklı bir noktadan bahsedeyim. Hollanda’da gönüllülük üzerine kurulu işler çok yoğun. Emekliler, evde boş oturmak yerine daha iyi bir iş yapmak isteyen insanlar, yardıma ihtiyaç duyan diğer insanlara gönüllü olarak yardım ediyorlar. Mesela konuşma kulüpleri var bu şekilde çalışan. Haftanın belli günleri kütüphane/cafe veya belirli noktalarda bir araya gelip, konuşma seviyene göre Felemenkçe pratiği yapma fırsatı sunuyorlar. Bu daha çok yetişkinlere yönelik. Alifa bu kurumlardan birisi. Çocuklara yönelik olan versiyonu da mevcut. Gönüllü işlerini ayarlayan kurumdan yardım istersen haftanın belirli günü, bir gönüllü eve gelip çocuğa bir saat kitap okuyor, sohbet ediyor (Voorlees Express). Mesela bir pedagoji öğrencisi- tabii bu şans. Gönüllüye göre değişebilir- gelip çocuklarla bir saat oyun oynama, sohbet etme şeklinde aktiviteler yaptılar.
Özge: Kısacası, Hollandalılar genel olarak yeni gelenlerin adapte olabilmesi için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Sonuçta yeni gelen çocuklar ne kadar iyi entegre olursa, ilerde bir problem haline gelmeleri o kadar düşük ihtimal oluyor.
UH: Peki bu gönüllü kuruluşlara başvurular ne şekilde oluyor?
Özge: Kitap okuma dediğim aktivite için kütüphaneye başvurduk. Oyun abileri/ablaları var mesela. 8 hafta boyunca eve gelen abiler ablalar çocuklarla oyun oynuyorlar. Onu okul ayarladı. Sadece bu işe odaklanmış olan kuruluşlar da var. Tamamen bölgesel çalıştıkları için her yerde farklı isimleri var. Mesela Humanitas var burada. Herhangi bir konuda yardıma ihtiyaç duyuyorsan başvurup destek alman mümkün. Vergi iadesi yapamıyorum, dil pratiği yapacak bir partner istiyorum veya herhangi bir konu olabilir bu. İhtiyaca yönelik bir gönüllü ataması yapıyorlar ve gerektiği süre boyunca destek veriyorlar.
UH: Peki gelir seviyesinin bu konularda bir önemi var mı?
Özge: Gelir seviyesi yüksek olan insanlar için bu süreçler çok iyi çalışmıyor. Çünkü, gönüllülük yaygın olsa da kaynak sıkıntılı sonuçta. O nedenle düşük gelirli insanlardan gelen talepler öncelikli. Yüksek gelirli insanlara özel kursa gidebilirsiniz şeklinde bir öneri sunmak dışında bir çözüm üretmeyebiliyorlar.
UH: Adaptasyon süreci, eğitim derken senin durumunu sorma kısmını atladık. İş konusu ne durumda şu anda?
Özge: Şu anda çalışmıyorum. Amsterdam, Rotterdam gibi büyük şehirlerde yaşayanlar sadece İngilizce ile uluslararası firmalarda kolayca iş bulabilirler. Ülkenin doğu ve kuzey bölgelerinde, sadece İngilizce ile iş bulma konusu biraz sıkıntılı. Yazılımcı gibi teknik işler yapanlar için dil konusu çok büyük problem yaratmasa da, opsiyonlar sınırlı. Ama, proje yöneticisi gibi iletişime dayalı işler yapanlar için Felemenkçe önemli. Her ne kadar herkes İngilizce konuşabiliyor olsa da kendi dillerini tercih ediyorlar. Bu problemi çözmek için önce çocukların dil okulunda veliler için olan ücretsiz ebeveyn kursuna başladım. Sonrasında da buradaki üniversitenin verdiği kurslara katıldım. Şu anda haftalık 6 saat eğitim veren bir özel kursa gidiyorum.
UH: Bu dil öğrenme konusunda bir önerin var mı?
Özge: Dil öğrenme sürecinin önündeki en büyük engel İngilizce biliyor olmak. Çünkü Felemenkçe aksanını duyan herkes, hemen İngilizce konuşmaya başlıyor. O yüzden İngilizce bilmiyor gibi davranıp, Felemenkçe’de ısrar etmek önemli. Ben son bir yıldır doktor, çocukların okulu da dahil her şeyi sadece Felemenkçe ile hallediyorum. Dili öğrenmek isteyenlere en büyük önerim çok zor durumda kalmadığınız sürece İngilizce kullanmamaya çalışın. Hollandalılar zorlandığınızda yardım etmeye hemen hazırlar.
UH: Bir denklik veya diploma konusunda zorluk çıkarma durumu var mı?
Özge: Tıp, eğitim gibi alanlarda tabii bir denklik, dil öğrenme zorunluluğu gibi süreçler mevcut. Ama, mühendislik gibi alanlarda o tip bir problem bulunmuyor. Bu alanda daha çok odaklanılan konu, “geçmiş tecrübelerin işverenin ihtiyacı ile örtüşüyor mu, gerekli teknik bilgiye hakim misin, yazılımları kullanma konusunda yetkinliğin ne” şeklinde.





UH: Son sorulara geliyoruz artık. Hollanda’da neleri seviyorsun?
Özge: Kendine göre bir düzeni olmasını seviyorum. Kurallara aykırı davranan insan çok fazla görmüyorsunuz. Ama bir yandan da Almanya ile kıyaslayınca daha esnek diyebilirim. Çok direkt bir toplum olmalarına rağmen, iletişim kurarken çok nazikler. Mesela bir yere geç kaldığında doğrudan uyarırlar. Ama bunu çok kibar bir şekilde yapıyorlar. Doğası çok güzel. İklimi de fena değil diyebilirim. Daha güvenli olduğunu net şekilde söyleyebilirim. Çocuk dostu bir ülke. Bir mekana gittiğinde mutlaka çocuk köşesi bulabiliyorsun. Mesela mobilyacıya gidiyorsun, kocaman bir çocuk odaları oluyor. Bu yüzden çocukları ne yapacağız diye bir düşünce olmuyor kafanda. Toparlamak gerekirse, daha huzurlu olduğumu düşünüyorum.
UH: Kişisel anlamda sana yeni ne kattı Hollanda?
Özge: Türkiye’de her şeyi birilerine yaptırmaya alışmışız. En ufak problemde usta çağıran bir kültürden buraya gelmek başta zor gibi geliyor. Burada hizmet sektörü kötü mü dersin, pahalı mı dersin bilemem. Ama, birçok işimi kendim yapmaya başladım. Bunun insana verdiği haz da başka.
UH: Aklınızda günün birinde geri dönme fikri var mı?
Özge: Var. Çocukları düşünüyoruz şimdilik. Onlar kendi rotasını çizecek yaşa geldiklerinde, bizim yaşımız da ilerlemiş olacak. O zaman geldiğinde Türkiye’ye döneriz diye ara ara düşünüyoruz. Şimdilik net bir plan yapmıyor olsak da döneriz diye düşünüyorum.
UH: Gelmek isteyenler için bir önerin var mı?
Özge: Karar verme süreci çok önemli. Aileler için söylemek gerekirse, çiftlerin birlikte düşünüp bütün zorlukları değerlendirmesi gerekiyor. Sonuçta Türkiye’deki aileyi, sosyal çevreyi, işi bırakıp gelmek oldukça zor bir karar. Kendilerini neyin beklediğini iyi araştırıp değerlendirmek lazım. Sonuçta yepyeni bir hayata başlamak anlamına geliyor buraya gelmek. Buna kendini hazır hissetmiyorsa kişiler, buraya geldiğinde çok zorlanabilirler. Bir başka durum da, orada iki kişi çalışırken, buraya gelip tek kişinin çalışması benzer bir hayat kalitesini sağlayabiliyor. O nedenle kararın önündeki tek engel ekonomik konularsa, buna çok takılmamak gerektiğini düşünüyorum.
UH: Geldiğiniz için pişmanlık duyuyor musunuz?
Özge: Şu an en ufak bir pişmanlığım yok. Çocukların da huzurlu olduğunu gördükçe kararımızdan memnunuz diyebilirim.
UH: Çok teşekkür ediyoruz Özge. Yurtdışına yerleşme kararı vermeye çalışanlar için çok faydalı olacağını düşündüğümüz bir röportaj oldu. Çocuklar ve ailene önümüzdeki yıllar için başarılar dileriz.
Sevgiler!
Instagram’da bizi takip etmek isterseniz çok seviniriz.
Youtube‘da da varız. Bekleriz.
1 Comment
Yine çok faydalı bir yazı olmuş, çok teşekkürler.
Özge hanım’ın ilettiklerinde çocuğunuzun tüm gün kalacağı bir okul olmadığını anlıyorum. Karı-koca ikisi de çalışmak durumunda olan aileler için bir çözüm yoluyla karşılaşmış mı acaba, bu durum için bir önerisi var mıdır?
Sevgiler,
Emel